Üyelik & Disiplin

“İnanmadan Önce Ait Olma”, Kilisenin Tanımını Nasıl Değiştirmektedir?

Makaleler
07.28.2021

Modern dünyada içyüzünü anladığımız en büyük şeylerden biri, John Donne’un haklı ve Simon & Garfunkel’in hatalı olduğudur: ben bir kaya değilim; ben bir ada değilim (şair John Donne “hiç kimse bir ada değildir” derken, şarkıcı Simon ve Garfunkel “ben bir adayım” demiştir).

Kim olduğumla ilgili düşüncelerimden tutun, yaşam ve evren hakkındaki inançlarıma kadar, hepsi toplumsal olarak inşa edilmiştir. Bu benim bağımsız kararlar vermediğim anlamına gelmez. Basitçe söylemek gerekirse, bunun anlamı içinde yaşadığım sosyal bağlamın, seçebileceğim seçeneklerin çeşitliliğini büyük ölçüde belirliyor olduğudur.

Dahası, kültür takdir ederek veya kınayarak, bazı seçimleri ödüllendirmekte ve bazılarını da cezalandırmaktadır. Bazen ödül parasaldır. Ancak maddi ödülden çok daha güçlü olan, toplumun normal, sağlıklı, iyi uyum sağlamış bir üyesi olarak kabul edilmenin getirdiği o sosyal, entelektüel ve duygusal ödüldür. Bizler sosyal varlıklarız ve bu yüzden de bir gruba dahil olmak istiyoruz.

Bu da, bir fikrin nesnel anlamdaki liyakatine bakılmaksızın, bazı fikirlerin diğerlerine göre daha makul veya çekici göründüğü anlamına gelir. Tanıdığımız herkesin çılgınca olduğunu düşündüğü bir şeye inanmak zordur. Öte yandan, yine tanıdığımız herkesin açıkça doğru olduğunu düşündüğü bir şeye inanmaksa oldukça kolaydır. Bizler nehir üzerindeki adalar değil, bir balık sürüsüyüz ve akışa uyum sağlamamız da oldukça mantıklı görünmektedir.

KİLİSE, “BU, DÜŞÜNDÜĞÜNÜZ KADAR DA ÇILGINCA BİR ŞEY DEĞİL” DİYOR

Peki bu temel bilgileri yerel kiliseye ve onun müjdeleme görevine uyguladığınızda ne olur? Birdenbire, yerel kilisenin müjdeci programlar için bir vaaz merkezi veya bir mekândan daha fazlası olduğunu fark edersiniz. Müjdeleme görevinin artık sadece kadrolu personel ve profesyonellerle sınırlı olmadığını görürsünüz.

Bunun yerine, tüm topluluk Müjde’yi ilan etme görevinde önemli bir unsur haline gelir. Bu topluluk inançsızlığa makul bir alternatif haline gelir. İsa’yı sevmenin ve takip etmenin ve bu sayede de birbirini sevmenin ve birbirine hizmet etmenin neye benzediğini gösteren bir alt kültür haline gelir. Ayrıca kilise, tüm bunları bir beden olarak yaşayarak gerçekleştirmektedir. Pazar toplantılarından küçük gruplardaki Kutsal Kitap çalışmalarına, yemeklerdeki gayri resmi toplantılardan sosyal etkinliklere kadar, bu hayatı birlikte yaşamak sadece paylaşılan inancı güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda Hristiyan olmayan bir dünyaya bir şeyler iletir: “Bu, düşündüğünüz kadar çılgınca bir şey değil ve inançsızlıktan inanca geçiş yaparsanız, yalnız kalmayacaksınız.”

Başka bir deyişle, kilise inanç için makul bir yapı haline gelir. Mantıklı geliyor mu?

BİR ADIM DAHA İLERİ: İNANMADAN ÖNCE AİT OLMA

Bununla birlikte son birkaç on yılda, birçok kilise bu beraberlik anlayışını bir adım daha ileri götürmüştür. Makul bir alternatifi dışarıdan görmek, birinin inançsızlıktan inanca geçmesine yardımcı olabiliyorsa, içeriden görmek daha da iyi olmaz mıydı? Müjde’yi Hristiyan olmayanlara ilan etmek istiyorsak, onları içeri davet etmekten, bir şeyi satın almaya kalkmadan önce denemelerine izin vermekten daha etkili ne olabilir? Topluluk sahip olduğumuz en güçlü araçsa, o zaman insanları birer dış gözlemci olarak değil, topluluğun yaşamına iştirak eden (çekingen) içerdekiler olarak görüp içimize alalım.

Sonuç? “İnanmayanlar”, Hristiyan olmayan insanlardan ziyade, “arayışta olanlar” haline gelirler. Onlar sadece yaşamlarında farklı bir noktada olan ama yolculukta bizlere yol arkadaşlığı yapan gezginlere dönüşürler.

Günlük hayatta bunun anlamı, inanmayanların tapınma grubundan okul sonrası ders hizmetine, kilisenin teknik işlerinden sorumlu olmaktan yaşlılar için ulaşımı koordine etmeye kadar her şeye katılmalarına izin vermektir. Herkes dahil, herkes aittir. İnancı ne olursa olsun.

Düşünülür ki, aidiyet kişiler için inancı makul hale getirdiği için, bu kişiler farkına bile varmadan sadece ait hissetmekle kalmayacak, aynı zamanda ait oldukları şeye de inanacaklar.

NEDEN İNANMADAN ÖNCE AİT OLMALARINA İZİN VERİLMEMELİDİR? – ÜÇ NEDEN

Bu çekici bir düşüncedir. Görünüşte etkili olacak bir fikirdir. Ama aynı zamanda da kötü bir fikirdir. Kötü bir fikir olmasının arkasındaki üç sebep şöyle:

Hristiyanların Kafasını Karıştırır

İlk olarak, bu düşünce Hristiyanların kafalarını karıştırır. Ben yıllardır tam resmi olmayan şekillerde bunu uygulamış olan bir kilisede pastörlük yapıyorum. Sonuç olaraksa ortada hepsinin Hristiyan olduğunu iddia ettiği bir “içeridekiler” (bazıları resmi üye, bazıları değil) topluluğu var. Sorun şu ki, bazıları gayretli ve bağlı, bazıları eğlenme derdinde gibi görünüyor ve yine diğerlerinin hiçbir şekilde katkıda bulunma istekleri yok. Ama hepsi ailenin bir parçası olduğu için, hepsi ismen İsa’nın takipçileri sayılıyor ve bizler bu yüzden bu kişilerle aramızdaki farklılıkları başka şekillerde açıklamak zorundayız: “o gerçekten meşgul”, “onun müzikle pek arası yok”, “arkadaşları artık bu kilisede değil.” Ayrıca, “adanmış Hristiyanlar”, “ciddi Hristiyanlar” ve “fedakâr Hristiyanlar” gibi ek kategoriler de oluşturmamız gerekiyor ki, bu kişileri “orta karar Hristiyanlar” ve “Hristiyanımsı olanlar” gibi diğer mevcut gruplardan ayırabilelim. 

Elbette kilisede farklı olgunluk seviyeleri olacaktır ve Hristiyanlar günah işleyeceklerdir. Ama bu bağlamda bir Hristiyan olmak gerçekten ne anlama geliyor? Ayrıca İsa’nın söylediği bazı ilginç sözleri ne yapacağız? Örneğin, “Göklerdeki Babam’ın isteğini kim yerine getirirse, kardeşim, kızkardeşim ve annem odur” (Mat. 12: 50) ya da “Çarmıhını yüklenip ardımdan gelmeyen bana layık değildir” (Mat. 10:38). İsa kendisini takip etmekten bahsederken, eski yaşam tarzımızdan radikal bir şekilde vazgeçmemizden bahsetti. Ancak aradaki keskin çizgiyi kasıtlı olarak silik hale getirmeye başladığımızda, Hristiyanların kafalarını, ilk etapta İsa’nın takipçisi olmanın ne anlama geldiği konusunda karıştırıyoruz.

Hristiyan Olmayanların Da Kafasını Karıştırır

İkincisi, bu durum Hristiyan olmayanların da kafasını karıştırır. Kiliseme geldikten kısa bir süre sonra, biri numarası gizli bir şekilde kilise ofisini aradı ve bize önderlerimizden birinin, eski moda tabirle, “günah içinde yaşadığını” bildirdi. Araştırdık bunun doğru olduğu ortaya çıktı.

Bir açıdan aslında en büyük sorun bu değildi. Hristiyanlar günaha, hatta günahın en kötüsüne de düşerler.

Pastör bakış açısıyla asıl sorun, bu kişi günahıyla yüzleştirildiğinde ortaya çıktı. Cevap çarpıcıydı: “Ben kiliseye bunun için gelmedim! Bilseydim, ilk etapta asla katılmazdım.” (Komiktir ki, inanmadan önce ait olmanın mümkün olduğu bir kilise ortamında hâlâ resmi üyelik sistemini devam ettiriyor olabilirsiniz.)

Görünüşe göre, bu adam için Hristiyan olmak İsa’ya itaat etmekle ilgili bir şey değildi. Ayrıca Müjde de tövbe ve imanla ilgili bir şey değildi. Bunlardan ziyade, Hristiyanlık ailemize ait olmak, kabul edilmek ve kendi armağan ve ilgi alanlarını ifade etme fırsatına sahip olmakla alakalıydı. Hesap verme sorumluluğu ve adanmışlık da kesinlikle söz konusu değildi. Bu konuda konuşma fırsatımız bile olmadan, bu önder çıkıp gitmişti.

Hristiyan olmayanlara Hristiyan olmadıkları asla söylenmediğinde ve kendilerini “yol arkadaşları”, “arayıştakiler” veya “aynı yolculuğun farklı aşamalarındaki insanlar” olarak görmeye sevk edildiklerinde, Hristiyan olmanın ve Müjde’ye güvenmenin gerçekte ne anlama geldiği konusunda kafalarının karışması kolaydır. Harika bir insan grubuna, harika bir aileye ait olma arzusu, kişinin İsa’nın topluluğuna üye olmak için oldukça kolay bir şekilde imza atmasına sebep olabilir ancak bu, asla İsa’nın tövbe ve iman buyruğuna uyma imzası değildir.

Yerel Kilisenin Temel Tanımını Değiştirir 

Üçüncüsü, inanmadan önce ait olma, yerel kilisenin temel tanımını değiştirir. Yerel kilise bir topluluktur ve günün sonunda bir topluluk, belgeleri, binaları veya programlarıyla değil, halkıyla tanımlanır. Bu halk, yeni yaratılışın sevgi ve kutsallığıyla yaşamlarını sürdüren ve bu sayede inandırıcılık taşıyan yeni yapılar oluşturan halktır.

İsa’nın öğrettiği şey budur. “Birbirinize sevginiz olursa, herkes bununla benim öğrencilerim olduğunuzu anlayacaktır” (Yuh. 13:35).

Pavlus’un öğrettiği şey budur. “Azıcık mayanın bütün hamuru kabarttığını bilmiyor musunuz?  Yeni bir hamur olabilmek için eski mayadan arınıp temizlenin. Zaten mayasızsınız. Çünkü Fısıh kuzumuz Mesih kurban edildi” (1. Kor. 5:6-7). Başka bir yerde de şöyle der: “İmansızlarla aynı boyunduruğa girmeyin.  Çünkü doğrulukla fesadın ne ortaklığı, ışıkla karanlığın ne paydaşlığı olabilir?”  (2. Kor. 6:14).

Petrus’un öğrettiği şey budur. “İnanmayanlar arasında olumlu bir yaşam sürün. Öyle ki, kötülük yapanlarmışsınız gibi size iftira etseler de, iyi işlerinizi görerek Tanrı’yı, kendilerine yaklaştığı gün yüceltsinler.” (1. Pet. 2:12).

Yuhanna’nın öğrettiği şey budur. “Tanrı’da olduğumuzu bununla anlarız. ‘Tanrı’da yaşıyorum’ diyen, Mesih’in yürüdüğü yolda yürümelidir” (1. Yuh. 2:5-6).

Bu, Yeni Antlaşma’ya göre kilisenin Mesih için yaptığı tanıklığın gücüdür. Dünya kiliseye baktığında, elbette günahkârları görür. Ama gördüğü tek şey bu değildir. Yaşamları Müjde’nin iyi haberiyle radikal bir şekilde dönüşüme uğramış günahkârları görür. Birbirlerine olan sevgisi, İsa Mesih’in ölümü ve dirilişinden başka bir şeyle açıklanamayan günahkârları görür. Sadece birbirlerini sevmekle kalmayan, aynı zamanda Tanrı’yı İsa Mesih aracılığıyla seven ve yaşamlarında bu sevgiyi kutsallık ve gerçekte başkalarına gösteren günahkârları görür.

Başladığımız noktaya geri dönecek olursak, kilise ancak ve ancak iman sahibi insanlardan oluştuğu sürece iman hususunda inandırıcı bir yapı olabilir.

Ancak kilise birlikte sadece bir yolculuğa çıkan insanlardan oluşan bir topluluk haline geldiğinde, bütün bunlar değişir. Bu kişilerin çoğu için yolculuğun sonucu bulanık ve belirsizdir. Başkaları içinse yolculuk, varış noktasına ulaşılmadan önce durma noktasına gelmiştir. Bazıları içinse kurtuluş hedefi bulunmuştur. Ancak böyle bir durumda topluluğun kendisi, İsa Mesih’in ve O’nun Müjdesi’nin gerçeğine tanıklık etmemektedir. İnanmadan önce ait olabiliyorsanız, bu gerçeğe tanıklık edemez.

Gerçeğe tanıklık etmek yerine, topluluk ancak ve ancak kendisine, kendi sıcakkanlılığına, kendi dışadönüklüğüne ve kendi kapsayıcılığına tanıklık eder. Ama nihayetinde burada o kadar eşsiz ve çekici olan nedir ki? Yaşadığım şehir olan Portland’da bir sürü sıcakkanlı ve dışadönük topluluk veya deyim yerindeyse alt kültür var. Ama İsa’ya tanıklık etmiyorlar. Bunu sadece yerel kilise yapabilir ve o zaman bile, kilise bunu ancak ve ancak kiliseye ait olmak için iman etmeniz gerekiyorsa yapabilir.

Kısacası, inanmadan önce ait olma anlayışı, kilisenin temel tanımını değiştiren bir şeydir ve uzun vadede kilisenin verdiği tanıklığın gücünü zayıflatır.

DAHA İYİ BİR FİKİR

İnanmadan önce ait olma fikri kötü bir fikirdir. Daha iyi bir fikirse, İsa’nın Yuhanna 13’te tarif ettiği şeydir: Müjde’ye derinden inanan ve böylece yaşamı birbirlerine karşı besledikleri sevgiyi yansıtan bir topluluk. Böyle bir topluluk, dışarıdakileri sadece dışarıda olduklarını kabul etmeleri için değil, içeri girmeleri için de teşvik edecektir.

Akla soğuk ve karlı bir gündeki bir fırının görüntüsü geliyor. Lezzetli ekmek ve sıcak çikolata kokuları ara ara dışarıdan duyulmaktadır ve bir çocuk burnunu pencereye yaslamıştır. Bu cam bir engeldir. Bu olmadan, sıcaklık ve lezzetli kokular soğuk rüzgârda hemen dağılır ve kimse orada bulunacak iyi bir şey olduğunu bilemez. Ama bu şeffaf bir engeldir ve çocuğun içerideki iyi şeyleri görmesine ve içeri davet edilmesine olanak tanır. Ayrıca içeri girmenin tek bir yolu vardır, bu da çocuğun geçmesi gereken dar bir kapıdır. Buradan geçene dek, içeride ne olduğunu görebilir ve canı çekebilir ama içerideki şeyler onun değildir. Bir kez içeri girdiğindeyse, istediği her şey artık onundur.

Hristiyan olmayanlar kilisenizle karşılaştıklarında, tuğladan bir duvara boş boş bakıyor gibi değil, o pencerede dikiliyor gibi olmalıdırlar. Tanrı’nın suretinde yaratılan insanlar olarak onlarla ilgilenerek onları konuksever bir şekilde karşıladığınızda ve onlarla iletişim kurduğunuzda, sevginizin sıcaklığını hissetmelidirler. Normalde birbirlerine hizmet etmek için hiçbir nedeni olmayan insanların, birbirlerine yaptıkları fedakârlıklara tanık olarak, ilişkilerin derinliğini görmelidirler. Yaşamlarını ilgilendirecek bir şekilde Tanrı’nın Sözü vaaz edilip öğretildikçe, Müjde’nin zenginliğini tatmalıdırlar. Çarmıha gerilmiş ve dirilmiş Rabbimiz’e tapınan o halkın övgülerini ve dualarını dinlerken, sevinç dolu bir topluluğun davetkâr seslerini duymalıdırlar.

Dolayısıyla yabancıları güzel bir şekilde karşılayan bir topluluk oluşturmak için fedakârlık edin. Kullandığınız dili düşünün. Konukseverliğinizde içten olun. Şeffaflığınızda stratejik olun. Ekmeğin lezzetli kokusunu dışarıya veren bir fırın gibi, aranızda olan lütuf ve dönüşüm hikâyelerini halka açık bir şekilde kutlayın. Tüm bunları yaptıktan sonra da Müjde’yi açık bir şekilde sunun ve insanları buna tövbe ve imanla yanıt vermeye davet edin. Onları çağırın. Kürsüye doğru bir adım atıp iman ikrarı yapmaları için değil, dar kapıdan girmeleri ve Müjde’ye imanın zenginliklerinde size katılmaları için onları çağırın. 

Eğer kilise Müjde’den gelen iyi şeyleri sergileyecekse, aradaki inanç engeli ortadan kaldırılmamalıdır çünkü insanları davet etme yolunda en etkili olan şey, sergilenmekte olan bu ortak inançtır.


Bu kaynağın ortaya çıkışı, Karanlıktan Işığa Yayınları’yla yapılan iş birliği aracılığıyla mümkün olmuştur. Daha fazla Müjde merkezli kaynak için, sitelerini buradan ziyaret edebilirsiniz.

etiketinden daha fazlası için