Vaaz & Teoloji

Günümüz Vaazlarının Çoğundaki Sorun ve Bir Çözüm Olarak Kutsal Kitap Teolojisi

Makaleler
07.27.2021

Teşhis – Günümüz Vaazlarının Çoğundaki Sorun (1. Kısım)

Parçası olduğum kiliseler birliği içerisinde (Güney Baptist Konvansiyonu), Kutsal Kitap’ın yanılmazlığı ile ilgili savaş zaferle sonuçlanmış olabilir. Ancak hem bizler hem de benzer savaşları kazanmış diğer müjdeci mezhep veya kiliseler, kendimizi hemen kutlamamalıyız. Çünkü muhafazakâr kiliseler Kutsal Yazılar’ın yanılmazlığını kabul etseler dahi, iş uygulamaya geldiğinde Tanrı Sözü’nün yeterliliğini reddediyor olabilirler. Kutsal Yazılar’ın, Tanrı’nın yanılmaz Sözü olduğunu söyleyip kürsülerimizden O’nu ciddiyetle ilan edemiyor olabiliriz.

Aslında günümüzde birçok müjdeci kilisede, Tanrı’nın Sözü açısından bir kıtlık söz konusudur. Vaaz serilerinin başlıkları, televizyon dizilerini andırır nitelikte hazırlanmaktadır. Vaazlar çoğunlukla başarılı evlilik veya günümüz kültüründe çocuk yetiştirme gibi konuları ele almakta. Aile meselelerini konu alan vaazlar elbette yerinde ve gereklidir ancak burada genellikle iki sorun gün yüzüne çıkmaktadır. Birincisi, Kutsal Yazılar’ın bu konularda ne dediği sıklıkla göz ardı edilmektedir. Evlilik üzerine verilen vaazların acaba kaç tanesi Pavlus’un kadın ve erkek rolleriyle ilgili söylediklerini sadakatle ve ısrarla ortaya koymaktadır (Ef. 5:22-33)? Yoksa Kutsal Yazılar’ın söylediklerinden utanıyor muyuz?

İkincisi ve belki de daha ciddi olanı, bu tür vaazlar neredeyse her zaman yüzeysel bir şekilde verilmektedir. Vaazlar topluluğun her hafta duyduğu sıradan sözler haline gelir. Tanrı’nın Sözü’nden doğan ve yaşamlarımızın tamamına bir temel sağlayan teolojik dünya görüşü, sessizce ihmal edilir. Pastörlerimiz, Dear Abby (buradaki karşılığı Güzin Abla) gibi birer ahlak polisine dönüşür ve her hafta nasıl daha iyi yaşayabileceğimize dair nasihatler verirler. 

Birçok topluluk neler olduğunun farkına varmaz çünkü vaaz edilen bu ahlaki yaşam, Kutsal Yazılar’la kısmen de olsa örtüşmektedir. Vaaz, hem imanlıların hem de imanlı olmayanların kişisel ihtiyaçlarına hitap etmektedir.

Pastörler aynı zamanda vaazlarını hikâyeler ve örneklendirmelerle doldurmalarının gerektiğine inanırlar çünkü bu kıssalar sayesinde vermek istedikleri ahlaki mesaj somutlaştırılmış olacaktır. Her iyi vaiz örneklerden faydalanır ancak bazen vaazlar o kadar çok hikâyeyle doldurulur ki, içlerinde teolojiye hiç yer kalmaz.

Müjdeci akım içerisinde, Müjdeci kiliselerin teolojik açıdan iyi olduklarını çünkü toplulukların onlara öğrettiğimiz şeylerden şikâyet etmediklerini söyleyen kişilere sıkça rastladım. Bu tarz bir yorum oldukça korkunçtur. Pastörler olarak, “Tanrı’nın isteğini tam olarak” bildirmekten sorumluyuz (Elç. 20:27). Çağrımızı tam olarak yerine getirip getirmediğimizi anlamak için topluluğun geri bildirimine bel bağlayamayız. Kutsal Kitap’ın bizden talep ettiklerine dayanmamız gerekir. Bazı durumlarda, bir topluluğa Tanrı’nın Sözü ciddi bir şekilde öğretilmemiş olabilir ve dolayısıyla da biz pastörlerin çağrımızı yerine getirmediğinden bihaberdirler. 

Pavlus bizi şöyle uyarıyor: “Ben gittikten sonra sürüyü esirgemeyen yırtıcı kurtların aranıza gireceğini biliyorum” (Elç. 20:29). Başka bir yerde de kendisi şöyle diyor: “Öyle bir zaman gelecek ki, sağlam öğretiye katlanamayacaklar. Kulaklarını okşayan sözler duymak için çevrelerine kendi arzularına uygun öğretmenler toplayacaklar. Kulaklarını gerçeğe tıkayıp masallara sapacaklar” (2. Tim. 4:3-4). Vaazlarımızın ölçütü topluluğun arzularıysa, sapkınlık kazanını kaynatmaya başlıyor olabiliriz. Topluluklarımızın sapkın olduğunu söylemiyorum. Demek istediğim tek şey, sadakatin ölçütünün bir kilisede hâkim olan görüş değil, Tanrı’nın Sözü olması gerektiğidir. Bir pastörün çağrısı, sürüyü Tanrı Sözü’yle beslemektir, duymak istediklerini onlara söyleyerek gönüllerini hoş etmek değil.

Çoğunlukla topluluklarımız, biz vaaz edenler tarafından kötü bir şekilde eğitilmektedirler. Bir topluluk devamlı olarak ahlakçı öğretilerle beslense ne olurdu bir düşünün. Belki nazik, affedici, sevgi dolu ve iyi eşler olmayı öğrenebilirler (bunların hepsi iyi şeyler elbette!). Yürekleri yumuşayıp terbiye edilebilir. Ancak teolojik temel görmezden gelindikçe, sapkınlık bir kurt gibi çok yakın bir yerde pusuda bekleyecektir. Nasıl mı? Pastörün kendisi sapkın olduğu için değil. Pastörün teolojisi tamamen sağlam ve Kutsal Kitap’a sadık olabilir. Ancak vaazlarında teolojiyi yalnızca “varsayıyordur” ve böylece insanlara Kutsal Kitap’ın olay örgüsünü ve teolojisini öğretmeyi de ihmal eder.

Bu nedenle de gelecek olan kuşakta veya ondan bir sonrakinde, topluluk kaçınılmaz olarak ve farkına bile varmadan daha liberal bir pastör isteyebilir. Bu yeni pastör de insanlara iyi, nazik ve sevgi dolu olmayı vaaz eder. O da aynı şekilde iyi evliliklerin ve dinamik ilişkilerin önemini vurgular. Kilise koltuklarında oturan insanlar yeniyle eski arasındaki farkı ayırt bile edemeyebilirler çünkü mevcut teoloji, daha önceki muhafazakâr pastörün vaaz ettiği teolojiyle kulağa tamamen aynı geliyordur. Muhafazakâr pastör, Kutsal Kitap’ın yanılmazlığına inanmış ancak yeterliliğine inanmamıştır çünkü topluluğuna, Kutsal Yazılar’da öğretilenlerin tamamını vaaz etmemiştir.

Kutsal Kitap teolojisine yönelik bilgisizliğimiz, her daim su yüzüne çıkar. Son on yıl içerisinde, konuşmacının dinleyicileri öne çıkmaları için davet ettiği iki farklı olay var aklımda kalan (bir tanesi büyük bir stadyumda ismini hatırlamadığım bir konuşmacıydı). Stadyumda verilen vaaz, müjdeleyici olma niyetiyle verilmişti ama dürüstçe söyleyebilirim ki, Müjde hiçbir şekilde ilan edilmemişti. İsa Mesih’in çarmıha gerilmesi, dirilişi ve bunların neden gerçekleştiğiyle ilgili hiçbir şey söylenmemişti. Neden işlerin değil de imanın kurtardığıyla ilgili hiçbir şey söylenmemişti. O gün binlerce kişi öne çıktı ve şüphesiz bu kişiler kurtulmuş sayılmışlardı. Bense kafamı kaşıyarak neler olduğunu anlamaya çalışıyordum. Belki de bazıları başka yerlerde gerçekten Müjde’yi duymuştur ve bu sayede orada gerçekten Mesih’e dönenler olur diye dua ettim. Aynı durum ziyarette bulunduğum bir kilise ibadetinde de vardı. Vaiz coşkulu bir davetle insanlara “öne çıkın” ve “kurtulun” dedi ama Müjde’yle ilgili hiçbir şey açıklamamıştı!

Böyle vaazlar kiliseleri Mesih’e gerçekten dönmemiş insanlarla doldurabilir ve bu kişiler iki kat tehlikelidirler. Pastörleri tarafından, artık Mesih’e döndüklerinin ve kurtuluşlarını asla kaybedemeyeceklerinin güvencesi verilmiştir ama aslında hâlâ kayıptırlar. O günden itibaren de bu insanlar her hafta şu yeni postmodern müjdeyle yüreklendirilirler: “iyi olun.”

Keşif Kutsal Kitap Teolojisi Nedir? (2. Kısım)

Birinci kısımda tanımlanan sığ vaaz sorununun çözümü oldukça basittir: pastörler Kutsal Kitap teolojisini vaazlarında nasıl kullanacaklarını öğrenmeliler. Ancak bunu yapmayı öğrenmek, şu soruyu sorarak başlamamızı gerektiriyor: Kutsal Kitap teolojisi nedir?

Kutsal Kitap Teolojisi ve Sistematik Teoloji

Kutsal Kitap teolojisi, sistematik teolojinin tersine, Kutsal Kitap’taki olay örgüsüne odaklanır. Sistematik teolojiyse, Kutsal Kitap teolojisi çerçevesinde yapılsa da, zamandan bağımsızdır. Don Carson şöyle yazmıştır: 

Kutsal Kitap teolojisi, Kutsal Yazılar’daki bir metne sistematik teolojiden çok daha yakından bakar. Her bir metin grubunun farklarını göz önünde bulundurarak gerçek bir hassasiyet seviyesi yakalamayı amaçlar. Dolayısıyla ideal olarak, Kutsal Kitap teolojisi sağduyulu bir yorumlamayla sağduyulu bir sistematik teoloji arasında bir köprü görevi görür (her ne kadar ikisi kaçınılmaz olarak birbirini etkiliyor olsa da). [1]

Başka bir deyişle, Kutsal Kitap teolojisi kendisini metinle veya metin grubuyla çok daha büyük bir bilinçle sınırlandırır. Kutsal Kitap yazarı için hangi temaların tarihi bağlamı içerisinde merkezi olduğunu ve bu temaların tutarlılığını inceler. Kutsal Kitap teolojisi, Kutsal Yazılar’daki olay örgüsüne, Tanrı’nın tasarısının kurtuluş tarihi içerisindeki gelişimine odaklanır. Üçüncü kısımda da daha detaylı bakacağımız üzere bu, her metni bağlamına ve Kutsal Kitap’ın bütün olay örgüsüyle olan ilişkisine göre yorumlamamız ve vaaz etmemiz gerektiği anlamına geliyor.

Öte yandan sistematik teoloji, metne günümüzün sorularını veya felsefi endişelerini yansıtır şekilde sorular sorar. Sistematik teolojide, aynı zamanda kutsal metinlerde örtülü bir şekilde var olan ancak sürekli olarak üzerinde durulmamış temaları da –iyi bir niyetle– keşfedilebilir. Yine de şu açıktır ki, kayda değer her sistematik teoloji, Kutsal Kitap teolojisi temelinde ilerler.

Kutsal Kitap teolojisinin ayırıcı özelliği, Brian Rosner’ın da belirttiği gibi, “gündemi Kutsal Yazılar’ın belirlemesine izin vermesidir.” [2] Kevin Vanhoozer, Kutsal Kitap teolojisinin özel rolünü şöyle açıklar: “Kutsal Kitap teolojisi, Kutsal Kitap’ın insanlar tarafından kaleme alınan çeşitli edebi ve tarihsel sözler aracılığıyla iletilmiş Tanrı Sözü olduğunu varsayan yorumlama yaklaşımının adıdır.” [3] Ya da, “Bu iddiayı daha kesin bir şekilde ifade etmek gerekirse, Kutsal Kitap teolojisi, metinlerin kendi yazılma amaçlarına karşılık gelmektedir.” [4]

Carson, Kutsal Kitap teolojisinin yaptığı katkıyı güzel bir şekilde ifade etmektedir:

Ancak olması gerektiği şekliyle Kutsal Kitap teolojisi, isminin de ifade ettiği gibi, Kutsal Kitap’ın çeşitli metinlerinden tümevarımsal bir şekilde ilerlerken bile, Kutsal Yazılar’ın tamamının birliğini ortaya çıkarmayı ve vurgulamayı amaçlar ve bunu yaparken de metinlerin kendisinde bulunan kategorilerle sınırlı kalır. Bu anlamda Kutsal Kitap teolojisi, kanonik Kutsal Kitap teolojisi, “bütün Kutsal Kitap’ı kapsayan” Kutsal Kitap teolojisidir. [5]

Kutsal Kitap teolojisi, Yaratılış, Pentatök, Matta, Romalılar ve hatta Pavlus’un yazdıklarının tamamının teolojisiyle sınırlandırılabilir. Ancak aynı zamanda Kutsal Kitap teolojisi, Kutsal Yazılar’ın olay örgüsünün bir bütün olarak entegre olduğu Kutsal Yazılar’ın tüm kanonunu da içine alabilir. Açıklayıcı vaizler sıklıkla kitapların kurtuluş tarihinde teşkil ettikleri yeri düşünmeden, kendilerini Levililer, Matta ya da Vahiy kitaplarıyla sınırlarlar. Kutsal Yazılar’ın bir bölümünü diğerlerinden izole ederler ve sonuç olarak da “Tanrı’nın isteğini tam olarak” vaaz etmek yerine, bir parçasını eksik vaaz etmiş olurlar. Gerhard Hasel, Kutsal Kitap teolojisini, “Kutsal Kitap’ın tanıklık ettiği gerçeklerin her açısını ayrım gözetmeden ele alan” bir şekilde uygulamamız gerektiğini haklı olarak söylemektedir. [6] Bu şekilde teoloji yapmak, yalnızca teoloji okullarındaki öğretmenlerin görevi değil, Söz’ü vaaz eden her vaizin sorumluluğudur!

Carson’ın yaptığı açıklamalar doğrultusunda Kutsal Kitap teolojisi ve sistematik teoloji arasındaki farklar üzerinde tekrardan düşünelim.[7] Sistematik teoloji Kutsal Yazılar’ın öğretilerini formülize ederken, tarihsel teolojinin katkılarını göz önünde bulundurur ve dolayısıyla Augustinus, Aquinas, Luther, Calvin, Edwards ve sayısız diğer birçok kişinin çalışmalarını derinlemesine inceler. Sistematik teoloji Tanrı Sözü’nü günümüz kültürüne ve zamanına doğrudan aktarmayı hedefler. Bu nedenle hiç şüphesiz her iyi vaiz, Tanrı’nın Sözü’nü çağdaşlarına güçlü ve etkili bir biçimde vaaz edebilmek için derin bir sistematik teoloji ilmine sahip olmalıdır.

Kutsal Kitap teolojisi daha tümevarımsal ver çok daha temeldir. Carson, Kutsal Kitap teolojisinin “aracı bir disiplin” olduğunu ve sistematik teolojininse “sonuca (zirveye) ulaştıran bir disiplin” olduğunu söylemekte haklıdır. Bizler de Kutsal Kitap teolojisinin, Kutsal Yazılar’ın tarihi ve edebi olarak çalışılmasıyla dogmatik teoloji arasında bir köprü görevi gördüğünü söyleyebiliriz.

Kutsal Kitap teolojisi, metnin tarihi bağlamından yola çıkarak ilerler. Bu, Kutsal Kitap teolojisinin tamamen tarafsız ve objektif olduğu anlamına gelmez. Bir şeyin önceden ne anlama geldiğiyle şimdi ne anlama geldiğini kesin bir şekilde ayırt edebileceğimiz düşüncesi, Krister Stendahl’ın da söylediği gibi, kuruntudur. Scobie, Kutsal Kitap teolojisiyle ilgili şunu söylüyor:

Kutsal Kitap teolojisinin Hristiyan inancına olan bağlılığına dayanan varsayımları, Kutsal Kitap’ın tanrısal bir vahiy ilettiği, Tanrı’nın Sözü’nün Hristiyan inanç ve yaşamının kurallarını belirlediği ve Eski ve Yeni Antlaşma’da bulunan farklı kaynakların tamamının, tek Tanrı’nın Kutsal Yazılar boyunca sahip olduğu plan ve amaçla bir şekilde ilişkili olabildiğidir. Böyle bir Kutsal Kitap teolojisi, Kutsal Kitap’ın “o zaman ne dediği” ve “şimdi de ne dediği” arasında bir yerde durmaktadır. [8]

Devamında da şu söylenmelidir ki, Kutsal Kitap teolojisi sadece Eski veya Yeni Antlaşma’yla sınırlı kalmamakta, ikisini de Tanrı’nın Sözü olarak görmektedir. Nitekim Kutsal Kitap teolojisi, Kutsal Yazı kanonunun tamamını kendisine norm olarak alır ve dolayısıyla Kutsal Yazılar’ın teolojisini ortaya koymak için, her iki Antlaşma da gereklidir.

ESKİ VE YENİ ANTLAŞMA’YI DENGELEMEK

Kutsal Kitap teolojisini uygularken, Yeni ve Eski Antlaşma arasında harika bir uyum ve diyalektik vardır. Yeni Antlaşma, Eski Antlaşma’da başlayan kurtuluş tarihinin doruk noktasını temsil eder ve sonuç olarak Kutsal Kitap teolojisi, tanımı gereği öyküsel bir teolojidir. Tanrı’nın tarihteki kurtaran eyleminin hikâyesini kaydeder. Tanrı’nın yaptıklarının tarih içerisinde zamanla ortaya çıkışı, kurtuluş tarihi olarak adlandırılabilir.

Ayrıca Kutsal Yazılar’a “vaat ve tamamlanış” çerçevesinden yaklaşmak da faydalı olacaktır. Eski Antlaşma’da vaat edilenler, Yeni Antlaşma’da tamamlanmıştır. Eski Antlaşma vahyinin ortaya çıktığı tarihsel bağlamı bozmamak adına, vahyin taşıdığı tarihsel özelliği yok etmemeye dikkat etmeliyiz. Bunun yanı sıra, Eski Antlaşma’dan Yeni Antlaşma’ya doğru ilerleyen vahiy sürecinin de farkında olmalıyız. Bu süreç, Eski Antlaşma’nın öncül, hazırlayıcı doğasını ve Yeni Antlaşma’nın da eksiksiz, tanımlayıcı sözlerini onaylamaktadır. Eski Antlaşma’nın hazırlayıcı bir rolü olduğunu söylemek, onun taşıdığı hayati rolü ortadan kaldırmamaktadır çünkü Yeni Antlaşma’yı ancak Eski Antlaşma’nın anlamını tam olarak anlarsak kavrayabiliriz. Aynı zamanda bunun tam tersi de geçerlidir.

Bazıları tipolojiyi kabul etmekte çekingen davranmaktadır ancak bu, Kutsal Kitap teolojisi için bir temel teşkil eder çünkü tipoloji, doğrudan Kutsal Kitap yazarları tarafından kullanılmış bir kategoridir. Peki tipoloji nedir? Tipoloji, Eski Antlaşma’da bulunan ve Yeni Antlaşma’da Mesih’te tamamlanan, olay, kişi ve kuruluşlar arasında, ilahi bir tasarıdan doğan benzeşmelerdir. [9] Örneğin Matta, kendi Müjdesi’nde Meryem, Yusuf ve İsa’nın Mısır’dan dönmesinden bahsederken, bunu İsraillilerin Mısır’dan çıkışıyla ilişkilendirerek aktarır (Mat. 2:15; Çık. 4:22, 23; Hoş. 11:1). Elbette, bu “ilahi bir tasarıdan doğan benzeşmeler” sadece Yeni Antlaşma yazarları tarafından yapılmıyor. Eski Antlaşma yazarları da bunlara başvuruyorlar. Örneğin hem Yeşaya hem de Hoşea, Mısır’dan çıkışı andırır nitelikteki yeni bir çıkıştan bahsetmektedir. Aynı şekilde Eski Antlaşma’da, ilk Davut’tan daha da büyük olacak yeni bir Davut beklenmektedir. Görüldüğü gibi Eski Antlaşma’nın kendisinde de bizler, artış halinde bir tipoloji görüyoruz ve bunun sebebi de vaat tamamlandığında, tipolojideki tipin her zaman çok daha büyük bir anlam taşımasıdır. İsa yalnızca yeni bir Davut değildi. Davut’tan çok daha büyük bir Davut’tu.

Tipoloji, tarihte ilahi bir tasarı ve amaç olduğunu tasdik eder. Kutsal Yazılar’ın nihai yazarı Tanrı’dır. Bu hikâye, sahnelenen ilahi bir oyundur. Ayrıca Tanrı, hikâyenin sonunu en başından itibaren bilmektedir, öyle ki, okuyucular olarak bizler vaatlerin tamamlanışlarına yönelik yapılan imaları Eski Antlaşma içerisinde görebilelim.

  1. D. A. Carson, “Systematic and Biblical Theology,” New Dictionary of Biblical Theology (eds. T. Desmond Alexander ve Brian S. Rosner; Downers Grove: InterVarsity, 2000), 94. Charles H. H. Scobie daha sonra bir tanım daha yapmıştır: “Kutsal Kitap teolojisi, Eski ve Yeni Antlaşma’nın kanonik metinlerinde açıklanan Tanrı vahyinin anlaşılmasının, düzenli bir şekilde çalışılmasıdır.” (“The Challenge of Biblical Theology,” Tyndale Bulletin 42 [1991]: 36).
    2. Brian S. Rosner, “Biblical Theology,” New Dictionary of Biblical Theology, 5.
    3. Kevin J. Vanhoozer, “Exegesis and Hermeneutics,” New Dictionary of Biblical Theology, 56.
    4. a.g.e., 56.
    5. Carson, “Systematic and Biblical Theology,” 100.
    6. Gerhard Hasel, “Biblical Theology: Then, Now, and Tomorrow,” Horizons of Biblical Theology 4 (1982): 66.
    7. Devamı için bkz.  Carson, “Systematic and Biblical Theology,” 101-02.
    8. Scobie, “The Challenge of Biblical Theology,” 50-51.
    9. Tipoloji hakkında daha geniş bilgi için bkz. David L. Baker, Two Testaments, One Bible (IVP, 1976), 7. bölüm.

Yön — Kutsal Kitap Teolojisi, Vaaz Verirken Nasıl Uygulanır (3. Kısım)

Kutsal Yazılar’ı vaaz ederken, üzerinde durduğumuz kitabın kurtuluş tarihinin neresine denk düştüğünü iyi anlamak hayati öneme sahiptir. Gereğinden fazla basitleştirme riskini taşımakla beraber, vaaz verirken iyi bir şekilde Kutsal Kitap teolojisi uygulamak iki adım içerir: geriye bakmak ve bütüne bakmak.

GERİYE BAKMAK — GERİYE DÖNÜK TEOLOJİ

Walter Kaiser, bizlere Kutsal Yazılar’ı vaaz ederken, her bir kitabın geriye dönük teolojisini de göz önünde bulundurmamız gerektiğini hatırlatıyor. [1]

Örneğin Mısır’dan Çıkış kitabını vaaz ederken, bunu kendisinden önceki bağlamdan bağımsız bir şekilde okursak, Mısır’dan Çıkış’ın mesajını doğru yorumlamamız zor olacaktır. Kendisinden önce gelen bağlamdan kasıt, Mısır’dan Çıkış kitabı için Yaratılış kitabında verilen mesaj demektir. Yaratılış kitabında Tanrı’nın her şeyin yaratıcısı olduğunu ve O’nun hükümranlığını bütün dünyaya yayalım diye, bizleri kendi suretinde yarattığını öğreniyoruz. Ancak Adem ve Havva, Tanrı’ya güvenmek ve ilahi hükmüne itaat etmek konusunda başarısız oldular. Yaratılıştan hemen sonra, dünyaya ölüm ve ıstırap getiren düşüş geldi. Yine de Tanrı, kadının soyu aracılığıyla son zaferin geleceğini vaat etti (Yar. 3:15). Kadının soyu ve Yılan’ın soyu arasında şiddetli bir çatışma olacaktı. Ancak galip gelen, kadın soyu olacaktı. Yaratılış kitabının geri kalanında kadının ve Yılan’ın soyu arasındaki savaşı görüyor ve Yılan soyunun oldukça güçlü olduğunu öğreniyoruz. Kayin Habil’i öldürüyor. Sadece Nuh ve ailesi kalana dek kötüler doğrulara hükmediyor. İnsanlar ün salmak için Babil’de bir kule inşa ediyor. Yine de Rab, egemenliğini sürdürüyor. Kayin’i yargılıyor. Nuh ve ailesi dışındakileri tufanda yok ediyor ve Babil’de insanların tasarladıklarını boşa çıkarıyor.

Rab, Yaratılış 3:15’te vaat edilen zaferin onların soyu aracılığıyla geleceğini söyleyerek, İbrahim, İshak ve Yakup’la bir antlaşma yapar. Onlara soy, toprak ve evrensel bir bereket verecektir. Yaratılış kitabı özellikle de soy vaadine odaklanır. Başka bir deyişle İbrahim, İshak ve Yakup kendi kuşakları zamanında ne vaat edilen topraklara sahiptiler ne de bütün dünyaya bir bereket olmaktaydılar. Ancak Yaratılış kitabı, Rab’bin Yakup’a bahşettiği on iki çocuktan bahsederek sonlanır.

Peki Yaratılış kitabına uyguladığımız bu “geriye dönük teoloji”, Mısır’dan Çıkış’ı okurken nasıl oluyor da çok önemli oluyor? Geriye dönük teoloji burada esastır çünkü Mısır’dan Çıkış kitabı, İsraillilerin nüfuslarının son derece artmasıyla başlarken, İbrahim’e Yaratılış kitabında verilen soy vaadinin burada tamamlandığını derhal görebilmekteyiz. Yalnızca bu da değil. Yaratılış 3’ü düşündüğümüzde, İsrail kadın soyunu temsil ederken, Firavun’un Yılan soyu olduğunu görüyoruz. Firavun’un bütün yeni doğan erkek bebekleri öldürme isteği, Yaratılış’ta önceden ifade edilen bu iki soy arasındaki savaşta, Yılan soyunun tasarladıklarını simgelemektedir.

Mısır’dan Çıkış boyunca ve Pentatök’ün geri kalanını okumaya devam ettikçe, İsrail’in Mısır’dan özgür kılınışı ve Kenan diyarını fethedecekleri vaadinin de, Rab’bin İbrahim’le yaptığı antlaşmanın yerine gelmesini temsil ettiğini görebiliriz. Toprak vaadi, şimdi tamamlanmaya başlamıştır. Dahası, İsrail artık bir anlamda yeni topraklarda yeni bir Adem gibi rol almaktadır. Adem gibi onlar da iman ve itaatle, Tanrı’nın onlara sağladığı yerde yaşayacaklardır.

Mısır’dan Çıkış’ı, öncesindeki Yaratılış’ın mesajını öğrenmeden okusaydık, hikâyenin önemini anlayamazdık. Metni bağlamından bağımsız bir şekilde okur ve keyfi okuma hatasına düşerdik.

Geriye dönük teolojinin önemi Kanon boyunca ortadadır ve burada birkaç başka örnekle yetinmemiz gerek. Mesela:

  • Yeşu’nun önderliğindeki fetih, İbrahim’le yapılan antlaşma ışığında yorumlanmalıdır. Böylece Kenan’ın ele geçirilmesi, İbrahim’in Kenan topraklarından bereket bulacağı vaadinin yerine gelmesi olarak anlaşılabilir.
  • Öte yandan, peygamberlik kitaplarında ve diğer birkaç kitapta kaydedilen hem Kuzey (M.Ö. 722) hem de Güney krallıklarının sürgünleri (M.Ö. 586), Levililer 26 ve Yasa’nın Tekrarı 27-28’deki lanetlerin tamamlanmasıdır. Eğer vaizler ve kilise toplulukları, Musa’yla yapılan antlaşmanın geçmiş teolojisini ve bu antlaşmadaki lanetleri bilmiyorlarsa, İsrail ve Yahuda’nın neden sürgüne mahkûm olduklarını anlamaları da pek mümkün olmaz.
  • Yeni Davut vaadi, Davut’la öncesinde yapılan antlaşmadaki sonsuz soy ve krallık vaadini yansıtmaktadır.
  • Peygamberlik kitaplarında çok sık bahsi geçen Rab’bin Günü, İbrahim’e verilen vaadin ışığında yorumlanmalıdır.

Aynısı elbette Yeni Antlaşma için de geçerlidir.

  • Eski Antlaşma’nın olay örgüsünü bilmiyor ve Tanrı’nın İsrail’le olan antlaşmalarından ve onlara verdiği vaatlerden bihabersek, Sinoptik Müjdelerdeki Tanrı’nın Egemenliği kavramının önemini anlamamız pek mümkün olmayacaktır.
  • İsa’nın Mesih, Tanrı’nın Oğlu ve İnsanoğlu olmasının bu denli önemli olmasının temelinde, Tanrı’nın önceki vahiyleri vardır.
  • Elçilerin İşleri kitabı, Luka’nın girişte söylediği gibi, İsa’nın yapmaya ve öğretmeye başladığı şeylerin bir devamıdır. Bu nedenle de hem Eski Antlaşma’yla hem de İsa’nın hizmeti, ölümü ve dirilişiyle bir anlam kazanır.
  • Ayrıca mektuplar da İsa Mesih’in gerçekleştirdiği yüce kurtarıcı eylemin üzerine inşa edilmiştir. Kurtaran haberi ve Tanrı’nın vaatlerinin tamamlanışını var olan kiliselere detaylıca açıklar ve uygulamaya geçirirler. 
  • Son olarak Vahiy kitabı, hikâyenin doruk noktası olarak bir anlam kazanır. Bu kitap, daha fazla heyecan yaratmak için sona eklenmiş bir bölüm değildir. Eski Antlaşma’ya yapılan birçok gönderme, Vahiy kitabının Eski Antlaşma bağlamı içerisinde oluşturulduğunu ortaya koymaktadır. Kişi bu kitabı İsa Mesih’in öğrettiklerinin ve yaptıkları bir tamamlanması olarak görmediği sürece, kitap da hiçbir anlam ifade etmeyecektir. 

Bu, kurtuluş hikâyesinin Kanon’daki her bir kitapta aynı merkeziyete sahip olduğu anlamına gelmez. Bilgelik kitapları olan Ezgiler Ezgisi, Eyüp, Vaiz, Süleyman’ın Özdeyişleri ve Mezmurlar’ı düşünebiliriz. Yine de bu örneklerde bile, yazarlar Kutsal Kitap’ın en başındaki yaratılış ve düşüşü ve aynı zamanda İsrail’in Tanrı halkı olarak sahip olduğu özel rolü gibi temel gerçekleri, önceden varsaymaktadırlar. Hatta bazen bu rolü dile de getirirler, örneğin Mezmurlar’ın İsrail’in hikâyesiyle ilgili olan yerleri gibi. Yine de, bunlar bizlere Kanon’un çeşitliliğini hatırlatmakta ve yazılan her şeyin aynı fonksiyona sahip olmadığını anlamamızı sağlamaktadır.

Burada vaizler için asıl gerçek şudur ki, vaizler vaazlarını kurtuluş tarihinin Kutsal Kitap’taki o büyük hikâyesiyle bağdaştıracak bir şekilde vaaz etmelidirler. Dinleyiciler Tanrı’nın yaptıklarını resmin tamamına bakarak görmeli ve Kutsal Yazılar’ın her bir parçasının resme nasıl katkı sağladığını anlayabilmelidirler. Bu da bizi şu konuya getiriyor…

BÜTÜNE BAKMAK — KANONİK VAAZ

Vaizler olarak kendimizi sadece geriye dönük teolojyle sınırlandırmamalıyız.  Aynı zamanda şimdi elimizde bulunan ve İsa Mesih’in hizmeti, ölümü ve dirilişine kanonik olarak tanıklık eden Kutsal Yazılar’ın tümüne bakmalıyız. Sadece geriye dönük teolojiyi vaaz edersek, gerçeği tam olarak sunamaz ve Rab’bin mesajını günümüz insanına ulaştıramayız.

Yaratılış kitabının ilk bölümlerini vaaz ederken, kadının soyuyla kastedilenin İsa Mesih olduğunu ve yaratılışın düşüşünün, İsa Mesih’in işi aracılığıyla geri çevrileceğini anlatmamız gerekir (Rom. 8:18-25). Dinleyicilerimizin, eski yaratılışın söylenen son söz olmadığını ve İsa Mesih’te yeni yaratılışla son sözün söylendiğini duyduğundan emin olmalıyız. Onlara Vahiy kitabı aracılığıyla sonun başlangıçtan daha iyi olduğunu ve ilk yaratılışın bereketlerinin yeni yaratılışla daha da büyütüleceğini göstermeliyiz.

Aynı şekilde Levililer’i vaaz ederken de, vaizler olarak bu kitaba İsa Mesih’te tamamlanan şeylerin ışığında bakmıyorsak, onu nasıl vaaz edebiliriz? Kesinlikle Eski Antlaşma kurbanlarının, İsa Mesih’in çarmıhtaki eylemiyle tamamlandığını duyurmamız gerekir. 

Dahası, yiyecekler ve temizlikle ilgili yasaları da kanonik olarak yorumlamalıyız. Böylece Rab’bin bizleri yiyecekler ve temizlikle ilgili olan yasaları izlemeye çağırmadığını kavrayabiliriz. Bu kurallar, daha büyük bir şeye işaret etmek amacıyla oradadırlar ve bu da, imanlılar olarak sürdürmemiz gereken kutsallık ve yeni yaşamlardır (1. Kor. 5:6-8; 1. Pet. 1:15-16).

Aynı zamanda bu durum, Yeni Antlaşma’nın açıkça öğrettiği gibi, günümüz imanlılarının hâlâ Musa’nın yasası altında oldukları anlamına da gelmemektedir (Gal. 3:15-4:7; 2. Kor. 3:7-18). Yapılan eski antlaşma, kurtuluş tarihi içinde belli bir süreliğine etkin olmak üzere verilmişti. Artık Mesih’te gerçekleşen tamamlanışla birlikte bizler, İsraillilere Rab tarafından verilen yasa altında değiliz. Bu nedenle, İsrail’e verilen yasaların günümüz uluslarına bir örnek olarak uygulanması (günümüz Teonomistlerinin yaptığı gibi) hatadır. Vaazlarımızda Tanrı halkı olarak İsrail’le İsa Mesih’in kilisesi arasındaki farkı ortaya koymalıyız. İsrail, Tanrı’nın antlaşma halkını ve politik bir yapıyı simgeleyen teokratik halkıydı. Ancak günümüzde İsa Mesih’in kilisesi politik bir yapı değildir ve ulus devletler için yasalar içermez. Kilise her dilden, her oymaktan ve her ulustan insanları içerir. Eski ve Yeni Antlaşma arasındaki bu farkı görememek, topluluklarımızı alt üst edebilir.

Eski ve Yeni Antlaşma arasındaki farkları anlamazsak, zaman zaman, örneğin Yeşu’nun toprakları ele geçirmesini anlatırken zorluk çekeriz. İsa Mesih’in kilisesi için olan vaat, elbette bir gün Kenan diyarını ele geçireceğimiz değildir! Bunun yerine, Yeni Antlaşma’yı okuyarak bu toprak vaadi tipolojik olarak anlaşılabilir ve Yeni Antlaşma’da son kez gerçekleşen bir vaat halini alır. İbraniler kitabı, Yeşu’daki esenlik ve dinlenme vaadinin, Tanrı halkı için son ve en büyük huzur vaadi olmadığını açıklamaktadır (İbr. 3:7-4:13). Pavlus, İbrahim’e vaat edilen toprakların sadece Kenan diyarından ibaret olmadığını ve evrensel bir hal almış olduğunu açıklar (Rom. 4:13). İmanlılar olarak İbraniler kitabında görüyoruz ki, bizler dünyasal bir kenti değil, gelecek olan göksel kenti bekliyoruz (İbr. 11:10, 14-16; 13:14). Ya da Yuhanna’nın Vahiy 21-22’de aktardığı Göksel Yeruşalim’i bekliyoruz ki bu da yeni yaratılışın ta kendisidir. Başka bir deyişle, eğer Yeşu’dan vaaz veriyorsak ve Mesih’teki mirasımızı ve yeni yaratılışı vurgulamıyorsak, bu durumda Kutsal Yazılar’ın hikâyesini ortaya koymakta da başarısız olmuşuz demektir. Bunu yaptığımızda, mesajın bir kısmını kesip atmış oluruz ve bu nedenle de dinleyiciler Kutsal Yazılar’ın tümünün Mesih’te nasıl tamamlandığını ve Tanrı’nın bütün vaatlerinin Mesih İsa’da nasıl “Evet” ve “Amin” olduğunu görememiş olurlar (2. Kor. 1:20).

Eğer Kutsal Yazılar’ı kanonik olarak, Kutsal Kitap teolojisini kullanarak vaaz edersek, Mesih’i hem Eski Antlaşma’yla hem de Yeni Antlaşma’yla ilan etmiş oluruz. Elbette gereksiz basitleştirmeye ve simgeselliğe kapılmamaya ve antlaşmalar arasında zorlama bağlantılar kurmamaya dikkat etmeliyiz. Eğer doğru şekilde Kutsal Kitap teolojisini çalışır ve elçisel yorumbilimini takip edersek, bu tuzaklara düşmeyiz. Sonuçta elçisel yazarlar, Eski Antlaşma’nın Mesih’e işaret ettiğini ve O’nda tamamlandığına inanıyorlardı. İsa Mesih’in kendisi onlara yorumbilimini öğretmişti, tıpkı Kleopas’a ve arkadaşına Kutsal Yazılar’ı Emmaus yolunda öğrettiği gibi (Luka 24). Bu noktada bazı kişiler, elçilerin yorumbiliminin Tanrı tarafından esinlenmiş olduğunu ancak günümüzde tamamıyla örnek alınmaması gerektiğini iddia etmiştir. [2] Böyle bir görüş hatalıdır çünkü bu görüş, Kutsal Kitap’ın gerçek anlamıyla, elçilerin Eski Antlaşma’yla uyumlu olarak gördüğü tamamlanmanın uyuşmadığını öne sürmektedir. Eğer bu doğruysa, antlaşmalar arasında kurulan bağlantılar dayanaksızdır ve elçiler (ve hatta Mesih’in kendisi!), günümüzde Eski Antlaşma’yı yorumlarken model teşkil etmemektedirler.

Ancak elçilerin Tanrı tarafından esinlendiğine ve hikmetli Eski Antlaşma yorumcuları olduklarına inanıyorsak, o zaman Eski Antlaşma’yı İsa Mesih’te tamamlandığı gerçeği ışığında okumamız mümkündür. Eski Antlaşma’nın olay örgüsü ve yapısı, her zaman O’na işaret eder ve O’nda tamamlanmıştır. [3] Eski Antlaşma’da İbrahim’e verilen vaatleri okuduğumuzda, bunların İsa Mesih’te tamamlandığını fark ederiz. Eski Antlaşma’daki kurbanların gölgeleri, Mesih’te anlam bulmaktadır. Örneğin:

  • Fısıh, Pentikost ve Çardak Bayramı gibi bayramlar, Mesih’e Fısıh kurbanı ve Ruh’un armağanı olarak, İsa’ya da dünyanın Işığı olarak işaret etmektedir.
  • İmanlıların artık Şabat’ı tutması gerekmez çünkü bu da, Eski Antlaşma’daki gölgelerden biridir (Kol. 2:16-17; krş. Rom. 14:5) ve artık imanlılar için geçerli olmayan Sina Antlaşması’na aittir (Gal. 3:15-4:7; 2. Kor. 3:4-18; İbr. 7:11-10:18). Şabat, bizim için Mesih’te başlamış olan ve son günde de göksel huzur diyarında tamamlanacak olan dinlenmeye işaret etmektedir (İbr. 3:12-4:11).
  • Tapınak, Mesih’teki gerçek tapınağa işaret eder. Sünnet de çarmıh ve Ruh’un işlerinde gördüğümüz yüreklerin sünnetiyle tam bir karşılık bulmaktadır.
  • Davut, İsrail Kralı olarak ve Tanrı’yı arayan bir kişi olarak, bu krallığın doruğundaki kişiyi temsil etmemektedir. Davut, İsa Mesih’e işaret eden bir tiptir. Mesih, yani daha büyük olan Davut günahsızdı. İsa hizmeti, ölümü ve dirilişi aracılığıyla Tanrı’nın halkına verdiği vaatleri tamamlayan Mesih-Kraldır. 

Eski Antlaşma’yı vaaz ederken, onu bütün bir kanon olarak ele almazsak, kendimizi ya Eski Antlaşma’nın ahlaki öğretileriyle sınırlar ya da Eski Antlaşma’yı belki de vaazlarımızda hiç kullanmayız. İkisi de eşit derecede mümkündür. Hristiyanlar olarak biliyoruz ki, Eski Antlaşma’nın çoğu kısmı doğrudan günümüzle ilişkili değildir. Örneğin, Tanrı bizleri kendi halkını Mısır’dan kurtardığı gibi politik bir kölelikten kurtarmayı vaat etmemiştir. İsrail günümüzde politik anlamda karışık bir yerdir ama Hristiyanlar, sevinçlerinin burada yaşamaktan ya da tapınağa gidip kurban vermekten kaynaklanacağına inanmazlar. Ancak Eski Antlaşma’yı Kutsal Kitap teolojisi ışığında kanonik olarak vaaz etmezsek, Eski Antlaşma çoğu zaman Hristiyan vaazlarında atlanan bir şey olacaktır. Bunu yaparak kendimizi Tanrı Sözü’ndeki harika hazinelerden mahrum bırakmakla kalmaz, aynı zamanda Kutsal Kitap vahyinin derin ve çok yönlü yapısını da göremeyiz. Eski Antlaşma’yı İsa ve elçiler gibi okumuyor oluruz ve sonuç olarak da Tanrı’nın vaatlerinin İsa Mesih’te “evet” ve “amin” olduğunu göremeyiz.

Eski Antlaşma’yı kanonik olarak okumak, Eski Antlaşma’yı tarihi ve kültürel bağlamında okumamak anlamına gelmez. Her yorumcunun ilk görevi, Eski Antlaşma’yı yazarın niyetinin de farkında olarak okumaktır. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi Kutsal Yazılar’ın olay örgüsünün kavranabilmesi için, her Eski Antlaşma kitabının geriye dönük teoloji ışığında ele alınması gerekir. Ancak aynı zamanda tüm Kutsal Yazılar’ı kanonik olarak okumamız gerekir, öyle ki, Eski Antlaşma bütün hikâyenin, yani tamamlanmanın İsa Mesih’te gerçekleştiği gerçeğinin ışığında okunsun. 

Kısacası, Tanrı’nın Sözü’nü vaaz ederken ve Kutsal Kitap teolojisini uygularken, bütüncül bakış açısıyla yaklaşıp ilahi yazarın bütün söylediklerini her zaman göz önünde bulundurmalıyız. Kutsal Yazılar’ı hem başından sonuna hem de sonundan başına okumalıyız. Her zaman hikâyenin sonuna baktığımız kadar, hikâyenin gelişimine de bakmalıyız.

SONUÇ

Vaizler olarak görevimiz, Tanrı’nın isteğini tam olarak bildirmektir. Eğer vaizler olarak Kutsal Kitap teolojisini uygulamazsak, bu çağrımızı yerine getirmemiş oluruz. İnsanlardan ahlak derslerimiz ve kullandığımız örnekler için bolca alkış alabiliriz ama eğer onlar Kutsal Yazılar’ın tümünün İsa Mesih’e işaret ettiğini anlamaz ve Kutsal Kitap’ın olay örgüsüne bizim anlattıklarımızla birlikte daha da hakim hale gelmezlerse, topluluğumuza sadakatle hizmet etmiyor oluruz. Tanrı hepimize sadık öğretmenler ve vaizler olmamız için yardım etsin, öyle ki, sorumluluğumuzdaki her kişi Mesih’te mükemmel şekilde bulunsun.


  1. Walter Kaiser, Jr., Toward an Exegetical Theology: Biblical Exegesis for Preaching and Teaching (Grand Rapids: Baker, 1981), 134-40.
  2. Richard N. Longenecker, Biblical Exegesis in the Apostolic Period (2nd ed.; Grand Rapids: Eerdmans, 1999).
  3. Vaazlarımızda Mesih-merkezliliğin önemiyle ilgili daha fazla bilgi için bkz. Graeme Goldsworthy, Preaching the Whole Bible as Christian Scripture: The Application of Biblical Theology to Expository Preaching (Grand Rapids: Eerdmans, 2000); Sidney Greidanus, Preaching Christ from the Old Testament: A Contemporary Hermeneutical Method (Grand Rapids: Eerdmans, 1999); Edmund P. Clowney, Preaching Christ in All of Scripture (Wheaton: Crossway, 2003).

Bu kaynağın ortaya çıkışı, Karanlıktan Işığa Yayınları’yla yapılan iş birliği aracılığıyla mümkün olmuştur. Daha fazla Müjde merkezli kaynak için, sitelerini buradan ziyaret edebilirsiniz.

etiketinden daha fazlası için