Vaaz & Teoloji

Vaaz Neden Vardır?

Makaleler
07.22.2021

Geçen hafta yaklaşık 25 saatimi, kilisemizde pazar sabahı paylaşacağım mesajı hazırlamak için harcadım. Mesaj 1. Samuel 9-11 üzerineydi ve bu yüzden belki de buna vaaz demek daha iyi olacak. Vaaz sırasında ayetlerin tamamını okudum ve geri kalan 40 dakikayı da ayetlerin anlamını açıklayarak ve oradakilerin bunu nasıl uygulamaya geçireceğini anlatarak harcadım. Dolayısıyla da belki buna açıklayıcı vaaz demeliyiz. Bu arada ben Aydınlanma Çağı öncesi İngiltere’sinde falan yaşamıyorum ve bu vaaz yıllık takvimimizde “Puritan Pazar Vaazları”nı anmak için falan da değildi. Açıkça söylemek gerekirse, yıllık takvim konusuyla baş pastörümüz ilgileniyor ama bu bambaşka bir makalenin konusu… 

Neden bu kadar zamanı Tanrı’nın Sözü’nü inceleyerek harcadık? Ve neden topluluk olarak bir saati benim bu monolog konuşmama ayırdık? Bu sorular bana daha önce de sorulmuştu. Ayrıca iyi niyetli arkadaşlarım beni kibarca azarlamışlardı. Şöyle sorular sordular: Neden vaazı diğer ibadet biçimlerinden bu denli ayrı tutuyorsun? Bu, senin Batılı bakış açının, mantık ve düzene dayalı yaklaşımının bir yansıması değil mi? Kimse dediklerinin %95’ini hatırlamayacak bile. Bir başka deyişle, bu arkadaşlarım şöyle diyorlardı: “Kendi zamanını ve bizim zamanımızı boşa harcamayı kes!”

Ancak pazar toplantılarında Kutsal Yazılar’dan vazgeçip yerine bir takım güzel sanatlar uygulamaları koymadan önce, size vaazın neden sadece olması gerektiğini değil, aynı zamanda neden yerel kilise yaşamının asıl önceliği olması gerektiğine dair birkaç gerekçe sunayım.

TANRI’NIN HALKI, TANRI’NIN SÖZÜ’NÜ İŞİTMEK ÜZERE TOPLANIR

İster inanın ister inanmayın, karşımda konuşan birini oturup dinlemek şahsen içimden hemen gelmiyor. Filmle motive olmayı, gürültülü bir bateriyle enerji dolmayı ya da etkileyici bir sanat eseriyle duygulara kapılmayı tercih ederim. Ancak Kutsal Yazılar’da devamlı olarak gördüğümüz modelde, Tanrı’nın halkı Tanrı’nın Sözü’nü işitmek üzere toplanmaktadır. O konuşurken, bizim sessiz olmamız gerekir.

Tanrı Mısır’dan çıkan halkıyla antlaşma ilişkisini kurduğunda, sözler kullanmış ve insanlara bu sözleri duymaları için bir araya gelmelerini buyurmuştur (Çık. 24:7). İsrail’ın düşmanları Vaat Edilmiş Topraklara doğru koşar adım ilerlerken, Tanrı onlara 30 kilometre kuzeye, birbirine karşı duran iki uçurumun olduğu bir yere gitmelerini buyruk verir. Etraftaki dik dağların doğal bir amfi tiyatro görünümü verdiği bu noktada, “Yeşu yasanın tümünü, kutsama ve lanetle ilgili bölümleri Yasa Kitabı’nda yazılı olduğu gibi okudu… Böylece Yeşu’nun, yabancıların da aralarında bulunduğu kadınlı, çocuklu bütün İsrail topluluğuna, Musa’nın buyruklarından okumadığı tek bir söz kalmadı.” (Yeşu 8:34-35).

Tam da bir yıldırım harbinin ortasında böyle bir şey yapmak ilginçtir ama bu savaş, herhangi bir savaş değildi ve bu insanlar da sıradan insanlar değildiler. Onların kim olduğunu belirleyen şey, onları yaratan Söz’dür. Yıllar sonra da Yoşiya insanları tekrar RAB’be yönlendirirken, bunu RAB’bin Tapınağı’nda bulunan Antlaşma Kitabı’nı baştan sona kadar herkesin duyacağı biçimde okuyarak yapacaktı (2. Ta. 34:30). Sürgünden sonra Tanrı’nın halkı bir araya toplandığında, Nehemya onları spor, parmak boyası veya çarmıh önünde uzun süreli meditasyon seansları yapmak için bir araya toplamıyor. Ezra ahşap bir zemin üzerinde durmaktaydı (Nehemya 8:4) ve insanlar yerlerinde otururken (8:7), Ezra ve Levililer, “Tanrı’nın Yasa Kitabı’nı okuyup açıkladılar, herkesin anlamasını sağlayacak biçimde yorumladılar” (8:8).

Luka Müjdesi’nde İsa’nın hizmeti, O’nun önce sinagoga girmesiyle, orada Yeşaya’nın tomarını eline almasıyla, okumasıyla ve sonrasında da öğretmesiyle başlamıştır (Luka 4:14-22). Elçilerin İşleri 2’de insanlar, bir tür Müjde zepliniyle veya başka bir numarayla kurtulmamışlardı. Petrus, onların kurtulması için herkese açık bir şekilde Yoel 2. bölümü okumuş ve açıklamıştı. Elçilerin İşleri 6’da diyakonların atanmasının sebebi, elçilerin tiyatro ve sahne etkinliklerine daha çok zaman ayırabilmeleri değil, Tanrı Sözü’nü çok daha özgür bir şekilde vaaz edebilmeleriydi (Elç. 6:2). Pavlus da Timoteos’u, Söz’ü vaaz etmesi için tembihlemiştir (2. Tim. 4:2).

Daha birçok örnek verebilirim. Gözler heyecan verse de, güç kulaktan gelmektedir. Tetzel’in anlattığı türden o göklerin kapılarını veya cehennemin alevlerini anlatan sahnelere ihtiyacımız yoktur. Tanrı halkı, Tanrı’nın Sözü’nü işitmek üzere toplanmalıdır.

TANRI’NIN SÖZÜ’NÜ VAAZ ETMEK, TOPLULUĞUNUZA TANRI’NIN SÖZÜ’NÜ NASIL OKUYACAKLARINI ÖĞRETİR

Yakın bir zamanda David Wells, müjdeci Hristiyanların artık Protestan olmaya nasıl cesaret edemediklerine dikkat çekmiştir. Günümüzde bizler, tarihsel anlamıyla Hristiyan olmakta zorlanıyoruz. Günümüz kültüründeki cinsiyet ve cinsellik hakkındaki tartışmalar üzerimizde bir gelgit etkisi yaparken, söyleyecek bir şey de bulamıyoruz. Neden? Çünkü Kutsal Kitap’ın bu konuda söyleyecek bir şeyi olmadığını düşünüyoruz veya ne dediğini bilmiyoruz ya da Kutsal Kitap, sanki ahlaki bir masal kitabına, tekrar tekrar yorumlayıp kültürümüze uydurduğumuz bir tür dini Ezop Masalları haline gelmiş.

Ancak Tanrı’nın Sözü’nü kilise yaşamının merkezinde tutmak ve özellikle de bunu kutsal metinleri arka arkaya vaaz ederek yapmak, insanlarınıza onları nasıl okuyacaklarını öğretecektir. Okumayı öğrenmek için teoloji okulunda bir yorumbilim dersi almaları gerekmez. Tek ihtiyaçları olan şey, sadakatle verilen vaazlardır. Tanrı’nın Yaratan Sözü’nü, İlk Adem’in düşüşünü, kurbana olan ihtiyacımızı, ikinci Adem ve yeni bir Aden vaadini birbiriyle bütünleştiren vaazlara ihtiyaçları vardır. Tanrı’nın İsa’ya dek İsrail aracılığıyla yaptıklarıyla Tanrı’nın yeni İsrail’ini birleştirip bütünleştirebilen vaazlara ihtiyaçları vardır.

Hristiyan olduktan sonraki ilk yıllarım, Tanrı’nın Sözü’nü seven kiliselerde geçti. Ama bu kiliseler, Söz’ü kazılması gereken bir altın madeni olarak değil, daha çok bazı kaya parçalarının olduğu ve geçerken anlık ilgiyle kayalara göz gezdirilecek bir tepe olarak gördüler. Eski Antlaşma’yı derinden çalışmaya cesaret edebilmem, ancak Kutsal Kitap’taki zengin temaları birbirine bağlayabilen, Söz’ü bir maden gibi gören bir kiliseye gittikten sonra mümkün olabildi. Vaazlarınızda ve öğretilerinizde Tanrı’nın Sözü’nü merkez almak, sadece topluluğunuza Söz’ü nasıl okuyacaklarını öğretmekle kalmaz, aynı zamanda onlara Söz’e daha derin dalmaları için de cesaret verir.

TANRI’NIN SÖZÜ’NÜ VAAZ ETMEK, İNSANLARIN HAYATINI HER HAFTA ADIM ADIM DEĞİŞTİRMEK İÇİNDİR

Duyduklarımızı kısa bir süre sonra unutuyorsak, bütün bu vaazlar ne işe yarar ki? Aslında duyduğumuz her şeyi unutmuyoruz. Özellikle önemli konularda bizleri sarsan (Tanrı, evlilik, para hakkındaki düşüncelerimiz gibi) ve bizleri sonsuza kadar değiştiren vaazları çoğumuzun hatırladığını düşünüyorum. Dolayısıyla, unutulan vaazlara takılı kalıp vaaz kelimesinin komple üstünü çizmeye gerek yok.

Ancak bunun da ötesinde, her pazar sabahı dinlediğimiz mesaj, bizi yalnızca bir sonraki pazar gününe kadar ayakta tutmak içindir! Görünen o ki, Tanrı kendi haftalık ritmi içerisinde, bizim her pazar tekrardan acıkmış olarak gelip tekrardan beslenmeye gereksinim duymamızı uygun görmüştür. 

Vaazlarım, vaazlarınız, insanların aklında sonsuza kadar kalmak zorunda değil. Verdiğimiz vaazların amacı, insanların hayatlarını bu anlamda (sonsuza dek hatırlanmak üzere) değiştirmek değil. Vaazların amacı, insanları bir sonraki haftaya kadar ayakta tutmaktır. Her hafta, aynı şekilde, adım adım. Ta ki, bizler cennete gidene kadar. Orada Söz, beden almış haliyle aramızda yaşayacak ve artık vaazlara ihtiyaç olmayacaktır.


Bu kaynağın ortaya çıkışı, Karanlıktan Işığa Yayınları’yla yapılan iş birliği aracılığıyla mümkün olmuştur. Daha fazla Müjde merkezli kaynak için, sitelerini buradan ziyaret edebilirsiniz.

etiketinden daha fazlası için