Vaaz & Teoloji

Günümüz Vaazlarının Çoğundaki Sorun ve Bir Çözüm Olarak Kutsal Kitap Teolojisi

Makaleler
07.28.2021

Phillips Brooks, vaazı “kişiliğiniz aracılığıyla gerçeği iletmek” şeklindeki o meşhur sözleriyle tanımladığında, inanıyorum ki, bir başkasının kişiliğinden değil, sizin kişiliğinizden bahsediyordu. Biraz zaman aldı ama sanırım, kürsüde kendim olmayı nihayet öğrendim. Tabii bunun vaazlarım için daha iyi mi yoksa daha kötü mü olduğunu söyleyemem. Ama kendim olmak, vaazımın daha gerçekçi, daha rahat ve daha sürdürülebilir olduğu anlamına geliyor. Bir vaiz olarak öğrenmem gereken çok şey olduğunu biliyorum ve umarım ki, on yıl sonra hâlâ şöyle garip ama gerçek övgüler alıyor olacağım: “Vaazın yıllar içinde gerçekten çok gelişti.” Ama sonunda kendi kişiliğim aracılığıyla gerçeği vaaz ediyormuşum gibi hissediyorum.

Çoğu genç ve azımsanamayacak sayıdaki yaşlı vaiz gibi, bir vaiz olarak kendi “sesimi” bulmak için mücadele ettim. Üniversitedeyken Reformcuları ve Püritanları okumaya başladım. Okuduğum her şey ya yüz yıllık eski şeylerdi ya da yüzlerce yıl önce tercüme edilmiş şeylerdi. Sonuç olarak, yazış şeklim (o zamanlar çok fazla vaaz vermiyordum) sanki “Latinceden henüz çevrildi” ödülünü hedefliyormuşum gibi geliyordu. Cümlelerim genellikle çok ağdalıydı. Kullandığım dil antikaydı ve çok fazla kelime mevcuttu. Beni birçok yönden onaylayan çok iyi bir hocam, kahramanlarımın yaşadığı yüzyılı düşünerek değil, kendi yüzyılımı düşünerek yazmam gerektiğine dikkat çekti. O zaman için bu acı verici bir tavsiyeydi. O noktada hocama güvenip güvenmediğimden emin değildim. Sonuçta, “icap etmek”, “suiniyet” ve “setretmek” gibi kelimeleri kullanmak bir dindarlık işareti değil miydi? Açıkçası, değildi. Kendim olmam gerek ve Püritan havasına girmeye çalışmamalıyım.

Teoloji okulunda sınıf arkadaşlarımın çoğunun konuşmalarının kendi vaaz dersi hocalarına çok benzediğini fark etmeye başladım. Bence durum hâlâ böyle. Nereye giderseniz gidin, vaaz hocaları klonlar üretiyor gibiler. Suçun bir kısmını vaaz konusunda tarza fazla takılan öğretmenlere atabiliriz. Bu tarz öğretmenin kendisi için çoğunlukla harika olan ancak tüm öğrencilere uymayan bir tarz oluyor. Ama suçun bir kısmı da öğrencilere aittir. Bir rol modele bağlanmadan edemiyoruz ve bu yüzden de saygı duyduğumuz kişilerde gördüğümüz şeyleri toptan kopyalamaya başlıyoruz. Özellikle de bize vaaz vermeyi öğreten kişiler söz konusu olduğunda durumumuz böyle. Gordon-Conwell’de bir sürü küçük Haddon Robinson gördüm. Bu, tüm bu öğrencilerin kötü vaizler olacağı anlamına gelmiyor ancak gerçekte sadece bir Haddon Robinson olduğunu fark etmeleri gerek. Kendileri o Haddon değiller!

Robinson’un vaazlarından ne kadar bereket aldıysam, diğer vaizleri taklit etmek gibi bir eğilimim de vardı. Eminim ki, hizmetimin ilk yıllarında bazen kulağa John Piper’ın (oldukça) zavallı bir taklidi gibi geliyordum. O kadar çok Piper dinliyordum ki, dualarım, değindiğim noktalar ve hatta “Sevinç!” deme şeklim bile, eminim çok fena Piper kokuyordu. Beni yanlış anlamayın. Piper’dan bir şeyler öğrenmekle ve ondan etkilenmekle ilgili hiçbir sorunum yok. Vaazlarımı derhal zevkle onunkilerle değiştirmek isterdim. Ama muhtemelen şunu ilk söyleyen o olurdu: “Benimle aynı Müjde’yi vaaz et ama benim gibi vaaz etmek zorunda değilsin.” Birkaç yılımı aldı ama sanırım, sonunda John Piper olmama fikriyle barıştım. Onunla aynı kişiliğe sahip değilim ve tabii farklı armağanlara sahip olmamız da cabası.

Hizmetim boyunca benzemek istediğim diğer ünlü vaizler de oldu. Keşke Alistair Begg gibi bir metni baştan sona ele alabilsem ve onunla aynı mizahı kullanabilsem (onun kendi aksanıyla tabii). Keşke Tim Keller kadar yaratıcı bir şekilde düşünebilsem ve kültüre onun kadar uyum sağlayabilsem. C. J. Mahaney kadar komik ve alçakgönüllü olmak isterdim. Driscoll gibi dobra olmanın ya da Carson gibi akıllı olmanın nasıl bir şey olduğunu zaman zaman merak etmişimdir (onun aksanıyla “Yeşaya” demeyi denedim ama kimse kanmadı). Hem de var ya, Rob Bell kadar havalı bir şekilde iletişim kurmanın ne kadar havalı olacağını bile düşündüm.

Yıllar içerisinde, birkaç farklı vaaz yöntemi denedim. Sevdiğim bazı vaizler bu şekilde yapıyor diye notlar olmadan, yarım sayfa notlarla ya da sayfalar dolusu notlarla vaaz verdiğim oldu. Ama beni ve tarzımı düşününce, en azından hizmetimin şu noktasında benim için en iyi olan yöntem, kelimesi kelimesine vaazımı yazdığım ya da sadece kısaca notlar düştüğüm değil, bu ikisinin arasında olacak bir şekilde bir dolu nottan faydalandığım yöntemdir.  Vaaz dersi hocaları bunu söylediğim için benden nefret edebilirler ancak bazen sizin için en iyi yöntemin hangisi olduğunu kendiniz bulmanız gerekir.  İyi vaazı iyi yapan belli başlı ilkeler olduğundan şüphem yok ama aynı zamanda “nedeninden emin değilim ama benim için işe yarıyor” demeye de yer vardır.

Atandığım yıldan, yani 2002’den bu yana, neredeyse 500 kez vaaz verdiğimi tahmin ediyorum (pazar günleri akşam ibadetimiz de var). Ayrıca sanıyorum ki, kendi sesimi bulabilmem 450 vaaz sürdü. Tüm bu vaazların kötü ya da kişiliğime ters olduğunu kastetmiyorum. İskoç aksanım varmış gibi ya da Greenville, Güney Carolina’da doğup büyümüşüm gibi konuşmadım elbette. Ancak Pavlus’un şu sözlerinin bilgeliğini anlamam bu kadar zaman aldı: “Ama şimdi neysem, Tanrı’nın lütfuyla öyleyim.”

Her vaizin, özellikle de genç vaizlerin öğrenmesi gereken en zor şeylerden biri, kendiniz olmaktır. Başkasının coşkusuna, mizahına ya da bilgisine bürünmeyin ve kahramanlarınızdan biriyle yeterince benzemiyorsunuz diye kendi kişiliğinizi üstünüzden çıkarmayın. Gidin, en iyisinden öğrenin. Ama topluluğunuzun pazar günü duyması gereken kişi sizsiniz, hayalinizdeki vaiz değil. Kişiliğiniz sürekli olarak Tanrı’nın Ruhu’yla yontulsun ve Tanrı Sözü’nün gerçeği, kişiliğiniz aracılığıyla parlasın. Fani insanlara, fani bir kişi olarak vaaz edin ve kendiniz olmayı unutmayın.


Bu kaynağın ortaya çıkışı, Karanlıktan Işığa Yayınları’yla yapılan iş birliği aracılığıyla mümkün olmuştur. Daha fazla Müjde merkezli kaynak için, sitelerini buradan ziyaret edebilirsiniz.

etiketinden daha fazlası için